Sevmek
Bir yerlerde aramaktan vazgeçmemek en güzeli. Kendini, ruhunu, mutluluğu. “Bir umuttur yaşamak” diyoruz ya hep hani. Her sabah umutlarla pencereyi açıp derin bir nefes aldıktan sonra şükrediyoruz. Gün içinde başımıza nelerin geleceğini bilmeden, hangi mucizenin kapımızı çaldığından habersiz. Bazen kederli bekleyiş bazen sevinçle karşılamak günü.
Peki gerçekten arıyor muyuz umudumuzu yoksa yaşıyor olmak için mi açıyoruz pencereyi her sabah? Kimi zaman doldurulamaz bir boşluk kadar derin, kimi zaman içine sığmayan bir deniz. Yaşamak böyle bir şeymiş. Ruhunu teslim etmekle ruhunu yok saymak arasındaki o çizgi kadar ince ve naif.
Peki senin bir günün nasıl geçiyor? Umutlarla mı yoksa boşvermişlikle mi? Hepimizi yaşama tutan sebepler var ve hepimiz bir bütünün parçasıyız. Birimiz mutluyken diğerimizin gözü yaşlı, birimizin kederliyken bu hayata birimiz sevinçten dans ediyor yaşamına. Bu bütünün içinde çoğalıyoruz ve var oluyoruz aslında. Hayat tam olarak bu değil mi? Dünyanın tamamı mutlu olsa mutsuz insanın varlığını ayırt edemeyiz. Gülmenin keyfine varırken ağlamanın içtenliğini fark edemeyiz. Çoğaldıkça biriz ve çoğaldıkça seviyoruz.
Sevgi nadir bulunan bir çiçek gibi dağılmış dört bir yana. Nerede görsek tanıyoruz mesela. Her an karşımıza çıkmasa da hepimizin kalabalıklar içinde aradığı tek şey sevilmek. İnsanların kinli, nefret dolu olmasının alt temeli de bu işte. “Sevilmemek” kendini ait hissedemediği bir evde nereden bilecek ki sevmeyi? Ama sevilmedi diye de kötü olmak zorunda mı? İyiliktir bulaşıcı olan oysaki.
Büyüdükçe kendini yetiştirmeli insan. Dünyanın tüm kötülüğüne rağmen gülümseyerek çiçek açmalı sevdiklerini. Eskiler sevmeyi emek olarak nitelendirmiş. Sevgi evet emek ister ama bir yerde de koşullanmadan sevmek en güzelidir. Karşılığını bulamadın diye vaz mı geçmeli güzelliklerden. Büyütmeli, çoğaltmalı ve her yüzde görmeyi niyet etmeli.
Bunları yazarken hayatımdaki insanları da bir gözden geçirdim aslında. Herkes o kadar yaralı ki kimisi öğrenememiş çocukluğunda, kimisi çok sevilmiş hayatı boyunca, kimisi bocalamış yaşamda. Sonuç olarak kimi neşe dolu kalmış hayata, kimi öfke dolu bakmış yaşama, kimisi de hala arıyor birine sarılmayı, kalbine dokunulmayı…
Kalbi derin olanların gözleri acır hani derler ya gözler kalbin aynasıdır diye. Bazı insanların hüznü kilometrelerce öteden belli olur ve bir “nasılsın?” sorusuyla darma dağın olur. Anlatacak çok şeyi varken o sadece yaşlarını akıtır kalbindeki hüznün. Gerçek anlamda birini merak ediyorsunuz eğer bu soruyu çok içten sorarsanız size illa ki bir şeyler anlatacaktır. Neşesini, kederini, hüznünü, öfkesini. Anlatmaya gerek bile olmadan bakışlarıyla çok şey de anlatacaktır.
Önemli olan anlamak ve sarılmak sıkı sıkı. Sonrası kendiliğinden gelecektir. Eğer bir gün iyiler kazanırsa o gün hepimizin yüzü mutluluğu yansıtacaktır. Çünkü iyilik ciddi ciddi bulaşıcıdır. Kalpler iyiliğe açılınca iyileşmeyecek yara yoktur. Birbirimizin yaralarını sarmak için var olduğumuzu unutmamamız gerekir.
Kabuk bağlamış yaraları deşmeden, kimsenin ruhunu incitmeden içtenlikle sevmekle üstesinden gelemeyeceğiz hiçbir şey yok. Yeter ki, biz içten olalım ve içtenlikle sarılalım o kalplere…